16 Ocak 2017 Pazartesi


Bedia ile Helvia Arasında Bir İlk Feminist: Fatma Aliye

Osmanlı-Türk modernleşmesi denilen süreç kendisini çeşitli alanlar üzerinde inşa eder. Bireysel ve toplumsal ölçekte hemen her aşamada ağırlığını hissettiren bu eğilim, bir geç kalmışlık duygusuyla malul olduğundan yenilikler yer yer reaksiyoner tavırlarla karşılaşmıştır. İlk modernlerimiz Batı’yla ilişki kurarken kendi geleneksel tutumlarından da vazgeçmemiş, onu merkez alan değişik bileşimler yaratmaktan çekinmemiş, üstelik bu bileşimler çöküşte olan imparatorluğun kurtuluşunun yegâne reçetesi şeklinde sunularak birer politik manevra aracına da dönüştürülmüştür. Şinasi’den Namık Kemal’e, Ahmet Mithat Efendi’ye birçok yazarımızda açığa çıkan bu eğilim Osmanlı-Türk modernleşmesinin en belirgin burçlarından birini oluşturur. Bu yazarlara göre, Osmanlı toplumu ancak muhafazakâr usullere sırtını dönmeden, olası bir izdivaçta eril ve normatif değerlerini koruyarak ama çağdaş teknik ve gelişmelere de kör kalmayarak dönemini yakalayabilecekti.
Toplumsal yapının geleneksel özelliklerinin devamını savunan bu görüş zaman zaman sıra dışı çıkışlarla da önümüze gelir. Bu değişik bakış açılarına en çok da Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığı eserlerde rastlanır. Ahmet Mithat kimi yenilik çağrılarında bulunur bulunmasına ama onda da niyet eski yapının kimi onarımlarla korunmasına dönüktür. Osmanlı-Türk modernleşmesi gerçek radikal değişimi bir türlü yaşayamıyor, kimi alanlarda görülen görece yeni konum alışlar kadük kalmaktan öteye gidemiyordur.
Ahmet Mithat Efendi’nin yarattığı kimi yeni tipolojilere ve gündelik hayatı dönüştürme arayışlarına, onun bir öğrencisinden kısmen dönüştürücü katkılar gelecektir. Bu isim cemaatçi Osmanlı kültürel ortamında önceleri ismini gizleyerek yazabilen ve gittikçe belirgin bir kimlik kazanan Fatma Aliye’dir. Mecelli ile Tarih-i Kadim’in hazırlayıcısı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olan Fatma Aliye geleneksel Osmanlı ailesinin karakteristik bir üyesidir. Ancak edebiyata kazandırdığı yeni tipler ve bakış açılarıyla bu geleneksel dünyanın dışına taşma potansiyeli gösteren nadir üyelerdendir de.
Muhafazakâr Osmanlı ailesinin Batılı hayat şekilleri karşısında çözülmeye başladığı bir tarihsel evrede Fatma Aliye, hem camiacı normlara olan bağlılığı, hem de bu normları aşındırıcı kimi yönelimleriyle “kadın” kimliğinin bir “kendilik” olarak ortaya çıkışında önemli pay sahibidir. Udi isimli romanında karşıt tipolojik bağlantılarla hem geleneksel Osmanlı değerlerine arka çıkıyor, hem de bu değerlerin ötesinde başka kimlik tasavvurları ortaya çıkarıyordur. Bir yanda örnek bir tip olarak Bedia varsa, öte tarafta fettan Helvila vardır ve Helvila, Bedia’nın olumlanmasının bir koşulu haline gelmektedir. Bu noktada Bedia’nın Mail’den ayrılmaya karar vermesi, bu uğurda her şeyden vazgeçecek cesareti göstermesi Osmanlı toplumunda kadın öznesinin belirmesi açısından da kayda değerdir.
Bedia’nın kurduğu dil, Çimen Günay’dan ilhamla follosentrik dilden kurtuluşu da işaret eder. İlk Tanzimat romanları idealize tiplerden geçilmez bir dönemde yazılmışlardır. İdealizasyonun bir burcu hemen her zaman makul/makbul alanı imlerken, diğer burcu yasak/şehvetli alanı imler. Camiacı Osmanlı yazarı –ki çoğunlukla erkektir bu- da seçimini en azından bu dönemde ilkinden yani makul olandan yana kullanır. Bu yazarlarda kadınlık sadece “zevcelik” ve “annelik” kategorileriyle tanımlanır, kadının kadın olarak adı yoktur, zevce ya da annedir o. Bütün kuşakların yükü üzerinde ahlak ve iffetin taşıyıcısı konumundadır. Tanzimat romanındaki kadın örneklerinde henüz toplumsal cinsiyet (gender) tartışması yaşanmamış, kadınlar cinsel özelliklerinden rafine bir biçimde eserlere girmiştir. Zira bu dönemdeki yazarlar kadınların kurtuluşunun yine İslami modellemeler yoluyla gerçekleşebileceğine kanidir. Kadınlar yalnızca erkekler için vardırlar bu dünyada.
Fatma Aliye Bedia yoluyla kadınların kendi ayakları üzerinde kalabileceği düşüncesini edebiyatımıza yerleştirmiştir. İlk dönem feminist yazarları anıştırırcasına Fatma Aliye de “kendine ait bir oda”nın ancak erkek dünyasında çalışmakla oluşturulabileceği kanaatindedir. Henüz onda, çalışma hayatına içkin olan eril kodlara dair bir farkındalık yoktur. Osmanlı-Türk romanının bu ilk masum feminist yazarı Bedia isminde idealize bir kadın yaratırken, diğer kadınları da (Nauma, Helvila) “iffetsiz”oldukları için ötekileştirmekten geri durmaz. Fatma Aliye Udi’de kadınlığı muhafazakâr değerler uğruna çöpe atmaktan çekinmez; çünkü ideal düzende başka kadınlık kategorilerine yer olamaz.
Fatma Aliye’nin Udi isimli romanı birtakım yazı tekniklerini göstermesi açısından da ilginç bir örnektir. Postmodern edebiyat teorisinin metinlerarasılık (intertextuality) şeklinde kavramlaştırdığı teknik Bedia’nın hayat hikâyesinin yazılması sürecinde karşımıza çıkar. Fatma Aliye’nin Hace-i Evvel’i Ahmet Mithat Efendi’de zorunlu bir kullanıma dönüşen bu teknik burada daha ziyade edebi bir boyut katmıştır.
Fatma Aliye Udi yoluyla kadim Osmanlı müziğinin Batı müziği karşısındaki kısmi zaferini ilan ederken, geleneksel kimliklerin çözülmesinde kıymetli bir eşiği simgeler. Kadın öznenin bu ilk güçlü belirişi kendisinden sonra başka tipolojiler yoluyla toplumsal hayatta ciddi tartışmaların önüne açarak Osmanlı-Türk modernleşmesinin önemli damarlarından birini temsil edecektir. Fatma Aliye bu yolda, hem geleneksel kimliğe sahip çıkıp, hem de bu kimliği yapı çözüme uğratması bakımından üzerinde durulmayı oldukça hak ediyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder