Bedia ile Helvia Arasında Bir İlk Feminist: Fatma Aliye
Osmanlı-Türk
modernleşmesi denilen süreç kendisini çeşitli alanlar üzerinde inşa eder.
Bireysel ve toplumsal ölçekte hemen her aşamada ağırlığını hissettiren bu
eğilim, bir geç kalmışlık duygusuyla malul olduğundan yenilikler yer yer
reaksiyoner tavırlarla karşılaşmıştır. İlk modernlerimiz Batı’yla ilişki
kurarken kendi geleneksel tutumlarından da vazgeçmemiş, onu merkez alan değişik
bileşimler yaratmaktan çekinmemiş, üstelik bu bileşimler çöküşte olan
imparatorluğun kurtuluşunun yegâne reçetesi şeklinde sunularak birer politik
manevra aracına da dönüştürülmüştür. Şinasi’den Namık Kemal’e, Ahmet Mithat
Efendi’ye birçok yazarımızda açığa çıkan bu eğilim Osmanlı-Türk
modernleşmesinin en belirgin burçlarından birini oluşturur. Bu yazarlara göre,
Osmanlı toplumu ancak muhafazakâr usullere sırtını dönmeden, olası bir
izdivaçta eril ve normatif değerlerini koruyarak ama çağdaş teknik ve
gelişmelere de kör kalmayarak dönemini yakalayabilecekti.
Toplumsal yapının
geleneksel özelliklerinin devamını savunan bu görüş zaman zaman sıra dışı çıkışlarla
da önümüze gelir. Bu değişik bakış açılarına en çok da Ahmet Mithat Efendi’nin
yazdığı eserlerde rastlanır. Ahmet Mithat kimi yenilik çağrılarında bulunur
bulunmasına ama onda da niyet eski yapının kimi onarımlarla korunmasına
dönüktür. Osmanlı-Türk modernleşmesi gerçek radikal değişimi bir türlü
yaşayamıyor, kimi alanlarda görülen görece yeni konum alışlar kadük kalmaktan
öteye gidemiyordur.
Ahmet Mithat Efendi’nin
yarattığı kimi yeni tipolojilere ve gündelik hayatı dönüştürme arayışlarına,
onun bir öğrencisinden kısmen dönüştürücü katkılar gelecektir. Bu isim cemaatçi
Osmanlı kültürel ortamında önceleri ismini gizleyerek yazabilen ve gittikçe
belirgin bir kimlik kazanan Fatma Aliye’dir. Mecelli ile Tarih-i Kadim’in
hazırlayıcısı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olan Fatma Aliye geleneksel Osmanlı
ailesinin karakteristik bir üyesidir. Ancak edebiyata kazandırdığı yeni tipler
ve bakış açılarıyla bu geleneksel dünyanın dışına taşma potansiyeli gösteren
nadir üyelerdendir de.
Muhafazakâr Osmanlı
ailesinin Batılı hayat şekilleri karşısında çözülmeye başladığı bir tarihsel
evrede Fatma Aliye, hem camiacı normlara olan bağlılığı, hem de bu normları
aşındırıcı kimi yönelimleriyle “kadın” kimliğinin bir “kendilik” olarak ortaya
çıkışında önemli pay sahibidir. Udi
isimli romanında karşıt tipolojik bağlantılarla hem geleneksel Osmanlı
değerlerine arka çıkıyor, hem de bu değerlerin ötesinde başka kimlik
tasavvurları ortaya çıkarıyordur. Bir yanda örnek bir tip olarak Bedia varsa,
öte tarafta fettan Helvila vardır ve Helvila, Bedia’nın olumlanmasının bir
koşulu haline gelmektedir. Bu noktada Bedia’nın Mail’den ayrılmaya karar
vermesi, bu uğurda her şeyden vazgeçecek cesareti göstermesi Osmanlı toplumunda
kadın öznesinin belirmesi açısından da kayda değerdir.
Bedia’nın kurduğu dil,
Çimen Günay’dan ilhamla follosentrik dilden kurtuluşu da işaret eder. İlk
Tanzimat romanları idealize tiplerden geçilmez bir dönemde yazılmışlardır.
İdealizasyonun bir burcu hemen her zaman makul/makbul alanı imlerken, diğer
burcu yasak/şehvetli alanı imler. Camiacı Osmanlı yazarı –ki çoğunlukla
erkektir bu- da seçimini en azından bu dönemde ilkinden yani makul olandan yana
kullanır. Bu yazarlarda kadınlık sadece “zevcelik” ve “annelik” kategorileriyle
tanımlanır, kadının kadın olarak adı yoktur, zevce ya da annedir o. Bütün
kuşakların yükü üzerinde ahlak ve iffetin taşıyıcısı konumundadır. Tanzimat
romanındaki kadın örneklerinde henüz toplumsal cinsiyet (gender) tartışması
yaşanmamış, kadınlar cinsel özelliklerinden rafine bir biçimde eserlere
girmiştir. Zira bu dönemdeki yazarlar kadınların kurtuluşunun yine İslami
modellemeler yoluyla gerçekleşebileceğine kanidir. Kadınlar yalnızca erkekler
için vardırlar bu dünyada.
Fatma
Aliye Bedia yoluyla kadınların kendi ayakları üzerinde kalabileceği düşüncesini
edebiyatımıza yerleştirmiştir. İlk dönem feminist yazarları anıştırırcasına
Fatma Aliye de “kendine ait bir oda”nın ancak erkek dünyasında çalışmakla
oluşturulabileceği kanaatindedir. Henüz onda, çalışma hayatına içkin olan eril
kodlara dair bir farkındalık yoktur. Osmanlı-Türk romanının bu ilk masum
feminist yazarı Bedia isminde idealize bir kadın yaratırken, diğer kadınları da
(Nauma, Helvila) “iffetsiz”oldukları için ötekileştirmekten geri durmaz. Fatma
Aliye Udi’de kadınlığı muhafazakâr
değerler uğruna çöpe atmaktan çekinmez; çünkü ideal düzende başka kadınlık
kategorilerine yer olamaz.
Fatma
Aliye’nin Udi isimli romanı birtakım yazı
tekniklerini göstermesi açısından da ilginç bir örnektir. Postmodern edebiyat
teorisinin metinlerarasılık (intertextuality) şeklinde kavramlaştırdığı teknik
Bedia’nın hayat hikâyesinin yazılması sürecinde karşımıza çıkar. Fatma
Aliye’nin Hace-i Evvel’i Ahmet Mithat Efendi’de zorunlu bir kullanıma dönüşen
bu teknik burada daha ziyade edebi bir boyut katmıştır.
Fatma
Aliye Udi yoluyla kadim Osmanlı
müziğinin Batı müziği karşısındaki kısmi zaferini ilan ederken, geleneksel
kimliklerin çözülmesinde kıymetli bir eşiği simgeler. Kadın öznenin bu ilk
güçlü belirişi kendisinden sonra başka tipolojiler yoluyla toplumsal hayatta
ciddi tartışmaların önüne açarak Osmanlı-Türk modernleşmesinin önemli
damarlarından birini temsil edecektir. Fatma Aliye bu yolda, hem geleneksel
kimliğe sahip çıkıp, hem de bu kimliği yapı çözüme uğratması bakımından
üzerinde durulmayı oldukça hak ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder