“Fayton” Üzerine
“Şairi her şeyden ‘tenzih’ etmiyorum (ama
nezih şiir de yazmayacaktır)” der Ece Ayhan Dipyazılar’ında.
Hem bir bağımlılıktan, hem de bunu aşan bir bağımsızlaşmadan söz etmektedir
şair. Türk şiirinin genel seyri içerisinde İkinci Yeni akımıyla
ilişkilendirilen Ece Ayhan’ın dizelerinde bu ilişkilenmeyi de tuz buz eden kimi
bölümlere rastlamak olasıdır. İkinci Yeni’ye ait hemen her özellik onda da
vardır hiç şüphesiz: yoğun bir imgecilik, içe dönüklük, tarih dışılık ve
soyutlama. Bunlar vardır bir tarafta ama bu şiiri istisna kılan asıl özellik
gerçekleştirdiği biçimsel muhalefette aranmalıdır: Frankfurt Okulu
düşünürlerinden Theodor Adorno sanatın eleştirel olacaksa, yani bu dünyayı
olumsuzlayacaksa estetik olarak da radikal olması, yani radikal bir biçimde
“kendi olumlama eğilimine karşı” mücadele etmesi gerektiğini söyler. Sonra da
bunun ancak ‘formel olarak olumsuz ya da eleştirel’ olunduğu, yani geleneksel
estetik formların altüst edilebildiği takdirde gerçekleşeceğini ekler.[1] Ece Ayhan’ın şiirde
yaptığı atılımların anlamı döneminin genel atmosferi içine yerleştirildiğinde
daha iyi kavranacaktır.
1950’li yıllar dünyada modern düşüncenin
yoğun şekilde eleştiriye tutulduğu, aklın ve bilimin son kertede başka tahakküm
biçimlerine yol açtığı, ütopyaların yerini giderek distopyalara bıraktığı bir
dönemi temsil eder. İkinci Yeni’nin doğuş koşulları bu manzaradan ayrı
düşünülemez elbette; Ece Ayhan şiirine kolay kolay nüfuz edilemez oluşu bu
koşullara sözdizimsel açıdan da olsa verilmiş bir cevap gibidir. Şairin kendi
şiirini açıklarken de sık sık başvurduğu kimi kavramların bu biçimsel
reddedişle ilintili olması şaşırtıcı değildir: Kakışım (dissonance),
bakışımsızlık (asymetrie) ve atonallik bu şiirin kavramsal arka planını meydana
getirir. Ece Ayhan’da dil uçlara seyrelmiştir; gündeliğin dili devre dışıdır
artık. Orhan Koçak bu dil için “yabancı dil” tabirini kullanacaktır: “Dilde
kilitlenmiş, dilde tutuklanmıştır bu şiir. (…)
Bazı sözler, sözel jestler,
seslenişler, işitildikleri anda şairi teslim almışlardır sanki; şair bu sözlerin
anlamına, göndergelerine değil, sırf söylenmiş olmalarından gelen işitsel
niteliklerine kilitlenmiş gibidir, bir yere kıpırdayamamaktadır.”[2]
Kilitlenmişlik önemli bir metafordur burada; düz okur Ece Ayhan’ın şiirine
sızmak için gerekli olan anahtara sahip değildir, bir kapalı kutuyla karşı
karşıyadır.
Ece Ayhan’ın ilk kitabı Kınar Hanımın Denizleri (1959) içinde
yer alan “Fayton” isimli şiir poetik açılımlar sağlaması bakımından eşsiz bir
örnektir. Yabancılaştırma burada da devrededir: İlk parçada sahibinin sesi
gramafonlarda çalınan incecik bir melankoliden bahsedilir ve bu melankolinin
şiirin göndergesi olan ablaya ait olduğu açıklanır. Ardından, bu ablanın
intihar karası bir faytonla Pera’dan geçişi anlatılır. Ece Ayhan şiirine ait
temel imgeler karşımızdadır şimdi: melankoli, intihar, kara ve elbette Pera. Bu
imgeler diğer İkinci Yeni şairlerinde de vardır hiç kuşkusuz; ancak sadece Ece
Ayhan’da belirgin bir kimlik kazanırlar. Oluşturdukları kelime gruplarının
özgünlüğüyle diğerlerinden kolayca ayrılırlar. Pera Beyoğlu’nun tarihsel
ismidir; bununla birlikte, İstanbul’daki kozmopolit hayatın kalbinin attığı
yerdir. İstanbul tarihindeki birçok önemli olaya ev sahipliği yapan bu yerleşim
merkezi çoğul kimlikli yapısıyla nevi şahsına münhasır bir konum elde etmiştir.
Bu çokkültürlülük Pera’nın kaygan ve müphem bir kimliğe sahip olduğuna işaret
eder aynı zamanda. Pera Ece Ayhan şiirinde dışarıda kalmışların, ezilmişlerin,
azınlıkların, çocukların yurdudur ve iktidara karşıtlığı simgeler. Tıpkı Pera
gibi geçmiş zamanı anlatan bir diğer imge de faytondur. Henüz insanla tabiat
arasında gözle görülür bir uçurumun söz konusu olmadığı bir dönemin en önemli
ulaşım araçlarındandır fayton. Burada doğal bir işlev görmektedir; insan-hayvan
emeğinin bir bileşimine dönüşür. Gramofon ve Pera gibi imgelerle birleştiğinde
uyumlu bir birlik oluşturur fayton da.
Şiirin ikinci parçasında ilkindeki izlek
sürdürülür: Ablanın sarhoşluğundan söz edildikten sonra çiçeksiz bir çiçekçi
dükkânının önünde durulur; Cezayir menekşeli camekânlara sahip dükkânda tüllere
sarılı mor bir Karadağ tabancası ve zakkum fotoğrafları vardır. Ölüm teması
burada da devam eder: Cezayir menekşesi, zakkum ve mor bir tabanca; hepsi ölümü
anımsatan imgeler olarak bilinir. Mor Ece Ayhan şiirinin en sık tekrar eden
imgelerinden biridir: “Mor Külhani”de, “Meçhul Öğrenci Anıtı”nda, “Kendi
Kendinin Terzisi Bir Kambur”da da karşımıza çıkacaktır bu sözcük. Mor tıpkı
kara gibi iktidara ait olmayan bir alanı temsil eder; Ece Ayhan’ın
düzyazılarında çok kullandığı bir kavramla sivil şiirin egemen olduğu bir
bölgenin en güzide işaretlerindendir. Menekşe ve zakkum gibi çiçekler de daha
çok mor renkleriyle tanınırlar. Yine ölüm temasını uygun düşecek şekilde
menekşenin eskiden idam mahkûmlarının boynuna takıldığı söylenir. Karadağ, Cezayir gibi yerlerin şiire girmesi
özellikle İlhan Berk’le yakınlaştırır şairi; Kınar Hanımın Denizleri’nin bütününde böyle bir hava vardır: Babil,
Kudüs gibi tarihi şehirler de eklenecektir onlara. Yabancı kelimeler Ece
Ayhan’ın tarihsel bir şiir yazdığını ama bu tarihin bir hayli uzak bir zamanı işaret
ettiğini belirtir. Peki Ece Ayhan neden tarih-dışı yerler seçiyor şiiri için?
Pera, Babil, Kudüs, Mısrayim, Daçya bunlardan bazılarıdır sadece. Enis Batur bu
şiir için bir gizlenme eğiliminden söz eder. [3] Çok sık görülen çarpıtma
ve ters çevirmeleri de bu eğilime bağlıyordu. Güncelin bağlamından kurtulma
isteği vardır burada. Güncelin bağlamı derken bu şiirin içine doğduğu bütün
tarihsel ve kültürel anlatı düşünülebilir. Ece Ayhan bu anlatıyı reddeder. Şairin
şiirinin kaynakları olarak dışta kalmış her şeyi, yasaklananları, döküntüleri
sayması bu reddetmeyle ilgilidir.[4]
Ablanın çiçeksiz bir çiçekçi dükkânının
önünde durması ise Ece Ayhan’a özgü paradoksa iyi bir örnektir. Üçüncü parçada
artık sona yaklaşılmaktadır: Şairin ilk kez göründüğü yer de burasıdır. Ablanın
faytonunun göğe ağışı artık intiharın gerçekleştiğinin kanıtıdır. Yine de şair
muallaktadır: Ölümün gerçek sebebi Cezayir menekşeleri midir sahiden? Bununla
birlikte, İslam’da Hz. Muhammed’in miraç hadisesini gerçekleştirenin de bir at
olduğuna inanılır. Göğe ağışan faytonun yükselmesini sağlayan da bir attır. Ama
burada bir intihar imgesi olarak kullanılmıştır at. Şu da var: Göğe yükselen, hayattan ayrılan yalnızca abla
değildir; fayton da ölümü tadar. Ablanın bir melankolik olarak dünyayı terk
etmesi bireysel, faytonun ise bir kadim araç olarak göğe yükselmesi kültürel
düzlemlerde anti-modern bir tavra işaret eder.
Ece Ayhan şiirinde biçimin içeriği de
öteleyen bir konuma yerleşmesi, giderek başlı başına bir kendilik halini alması
ama bununla da kalmayarak ahenksiz ve asimetrik bir noktaya çekilmesi modernist
estetiğin en temel özelliği olarak kayıtlara geçer. Dildeki bu hareketin bir
anlamı vardır; şiir günceli gündeliğin diliyle değil, ancak onu bozarak, amorf
bir düzen kurarak yakalayabilmektedir. Güncelle baş edebilmenin temel koşulu
haline gelir olumsuzlama. “Fayton” Ece Ayhan’ın kişisel albümünden derlediği
bir şiir olarak bu olumsuzlamaya hizmet eder. Dünyadan tenzih edilmeyen ama
nezih de olmayan bir şiirsel altyapıyla üstelik.
[1]
Ferda Keskin,
“Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti: Ece Ayhan'ın Şiirini Okumak İçin
Kavramsal Bir Arkaplan Taslağı”, Cogito,
Sayı 38, 2004.
[2] Orhan Koçak, “Sayıklar
Bir Dilde Bilmediğim”, Ludingirra,
Sayı: 1, 1997, s. 83.
[3]
Enis Batur, “Tahta Troya”, Başkalaşımlar
içinde, YKY, 1992, s. 59.
[4]
Ece Ayhan, Dipyazılar, YKY, 1996, s.
67.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder