16 Ocak 2017 Pazartesi



“Fayton” Üzerine

“Şairi her şeyden ‘tenzih’ etmiyorum (ama nezih şiir de yazmayacaktır)” der Ece Ayhan Dipyazılar’ında. Hem bir bağımlılıktan, hem de bunu aşan bir bağımsızlaşmadan söz etmektedir şair. Türk şiirinin genel seyri içerisinde İkinci Yeni akımıyla ilişkilendirilen Ece Ayhan’ın dizelerinde bu ilişkilenmeyi de tuz buz eden kimi bölümlere rastlamak olasıdır. İkinci Yeni’ye ait hemen her özellik onda da vardır hiç şüphesiz: yoğun bir imgecilik, içe dönüklük, tarih dışılık ve soyutlama. Bunlar vardır bir tarafta ama bu şiiri istisna kılan asıl özellik gerçekleştirdiği biçimsel muhalefette aranmalıdır: Frankfurt Okulu düşünürlerinden Theodor Adorno sanatın eleştirel olacaksa, yani bu dünyayı olumsuzlayacaksa estetik olarak da radikal olması, yani radikal bir biçimde “kendi olumlama eğilimine karşı” mücadele etmesi gerektiğini söyler. Sonra da bunun ancak ‘formel olarak olumsuz ya da eleştirel’ olunduğu, yani geleneksel estetik formların altüst edilebildiği takdirde gerçekleşeceğini ekler.[1] Ece Ayhan’ın şiirde yaptığı atılımların anlamı döneminin genel atmosferi içine yerleştirildiğinde daha iyi kavranacaktır.
1950’li yıllar dünyada modern düşüncenin yoğun şekilde eleştiriye tutulduğu, aklın ve bilimin son kertede başka tahakküm biçimlerine yol açtığı, ütopyaların yerini giderek distopyalara bıraktığı bir dönemi temsil eder. İkinci Yeni’nin doğuş koşulları bu manzaradan ayrı düşünülemez elbette; Ece Ayhan şiirine kolay kolay nüfuz edilemez oluşu bu koşullara sözdizimsel açıdan da olsa verilmiş bir cevap gibidir. Şairin kendi şiirini açıklarken de sık sık başvurduğu kimi kavramların bu biçimsel reddedişle ilintili olması şaşırtıcı değildir: Kakışım (dissonance), bakışımsızlık (asymetrie) ve atonallik bu şiirin kavramsal arka planını meydana getirir. Ece Ayhan’da dil uçlara seyrelmiştir; gündeliğin dili devre dışıdır artık. Orhan Koçak bu dil için “yabancı dil” tabirini kullanacaktır: “Dilde kilitlenmiş, dilde tutuklanmıştır bu şiir. (…)  Bazı sözler,  sözel jestler, seslenişler, işitildikleri anda şairi teslim almışlardır sanki; şair bu sözlerin anlamına, göndergelerine değil, sırf söylenmiş olmalarından gelen işitsel niteliklerine kilitlenmiş gibidir, bir yere kıpırdayamamaktadır.”[2] Kilitlenmişlik önemli bir metafordur burada; düz okur Ece Ayhan’ın şiirine sızmak için gerekli olan anahtara sahip değildir, bir kapalı kutuyla karşı karşıyadır.
Ece Ayhan’ın ilk kitabı Kınar Hanımın Denizleri (1959) içinde yer alan “Fayton” isimli şiir poetik açılımlar sağlaması bakımından eşsiz bir örnektir. Yabancılaştırma burada da devrededir: İlk parçada sahibinin sesi gramafonlarda çalınan incecik bir melankoliden bahsedilir ve bu melankolinin şiirin göndergesi olan ablaya ait olduğu açıklanır. Ardından, bu ablanın intihar karası bir faytonla Pera’dan geçişi anlatılır. Ece Ayhan şiirine ait temel imgeler karşımızdadır şimdi: melankoli, intihar, kara ve elbette Pera. Bu imgeler diğer İkinci Yeni şairlerinde de vardır hiç kuşkusuz; ancak sadece Ece Ayhan’da belirgin bir kimlik kazanırlar. Oluşturdukları kelime gruplarının özgünlüğüyle diğerlerinden kolayca ayrılırlar. Pera Beyoğlu’nun tarihsel ismidir; bununla birlikte, İstanbul’daki kozmopolit hayatın kalbinin attığı yerdir. İstanbul tarihindeki birçok önemli olaya ev sahipliği yapan bu yerleşim merkezi çoğul kimlikli yapısıyla nevi şahsına münhasır bir konum elde etmiştir. Bu çokkültürlülük Pera’nın kaygan ve müphem bir kimliğe sahip olduğuna işaret eder aynı zamanda. Pera Ece Ayhan şiirinde dışarıda kalmışların, ezilmişlerin, azınlıkların, çocukların yurdudur ve iktidara karşıtlığı simgeler. Tıpkı Pera gibi geçmiş zamanı anlatan bir diğer imge de faytondur. Henüz insanla tabiat arasında gözle görülür bir uçurumun söz konusu olmadığı bir dönemin en önemli ulaşım araçlarındandır fayton. Burada doğal bir işlev görmektedir; insan-hayvan emeğinin bir bileşimine dönüşür. Gramofon ve Pera gibi imgelerle birleştiğinde uyumlu bir birlik oluşturur fayton da.
Şiirin ikinci parçasında ilkindeki izlek sürdürülür: Ablanın sarhoşluğundan söz edildikten sonra çiçeksiz bir çiçekçi dükkânının önünde durulur; Cezayir menekşeli camekânlara sahip dükkânda tüllere sarılı mor bir Karadağ tabancası ve zakkum fotoğrafları vardır. Ölüm teması burada da devam eder: Cezayir menekşesi, zakkum ve mor bir tabanca; hepsi ölümü anımsatan imgeler olarak bilinir. Mor Ece Ayhan şiirinin en sık tekrar eden imgelerinden biridir: “Mor Külhani”de, “Meçhul Öğrenci Anıtı”nda, “Kendi Kendinin Terzisi Bir Kambur”da da karşımıza çıkacaktır bu sözcük. Mor tıpkı kara gibi iktidara ait olmayan bir alanı temsil eder; Ece Ayhan’ın düzyazılarında çok kullandığı bir kavramla sivil şiirin egemen olduğu bir bölgenin en güzide işaretlerindendir. Menekşe ve zakkum gibi çiçekler de daha çok mor renkleriyle tanınırlar. Yine ölüm temasını uygun düşecek şekilde menekşenin eskiden idam mahkûmlarının boynuna takıldığı söylenir.  Karadağ, Cezayir gibi yerlerin şiire girmesi özellikle İlhan Berk’le yakınlaştırır şairi; Kınar Hanımın Denizleri’nin bütününde böyle bir hava vardır: Babil, Kudüs gibi tarihi şehirler de eklenecektir onlara. Yabancı kelimeler Ece Ayhan’ın tarihsel bir şiir yazdığını ama bu tarihin bir hayli uzak bir zamanı işaret ettiğini belirtir. Peki Ece Ayhan neden tarih-dışı yerler seçiyor şiiri için? Pera, Babil, Kudüs, Mısrayim, Daçya bunlardan bazılarıdır sadece. Enis Batur bu şiir için bir gizlenme eğiliminden söz eder. [3] Çok sık görülen çarpıtma ve ters çevirmeleri de bu eğilime bağlıyordu. Güncelin bağlamından kurtulma isteği vardır burada. Güncelin bağlamı derken bu şiirin içine doğduğu bütün tarihsel ve kültürel anlatı düşünülebilir. Ece Ayhan bu anlatıyı reddeder. Şairin şiirinin kaynakları olarak dışta kalmış her şeyi, yasaklananları, döküntüleri sayması bu reddetmeyle ilgilidir.[4]
Ablanın çiçeksiz bir çiçekçi dükkânının önünde durması ise Ece Ayhan’a özgü paradoksa iyi bir örnektir. Üçüncü parçada artık sona yaklaşılmaktadır: Şairin ilk kez göründüğü yer de burasıdır. Ablanın faytonunun göğe ağışı artık intiharın gerçekleştiğinin kanıtıdır. Yine de şair muallaktadır: Ölümün gerçek sebebi Cezayir menekşeleri midir sahiden? Bununla birlikte, İslam’da Hz. Muhammed’in miraç hadisesini gerçekleştirenin de bir at olduğuna inanılır. Göğe ağışan faytonun yükselmesini sağlayan da bir attır. Ama burada bir intihar imgesi olarak kullanılmıştır at. Şu da var:  Göğe yükselen, hayattan ayrılan yalnızca abla değildir; fayton da ölümü tadar. Ablanın bir melankolik olarak dünyayı terk etmesi bireysel, faytonun ise bir kadim araç olarak göğe yükselmesi kültürel düzlemlerde anti-modern bir tavra işaret eder.
Ece Ayhan şiirinde biçimin içeriği de öteleyen bir konuma yerleşmesi, giderek başlı başına bir kendilik halini alması ama bununla da kalmayarak ahenksiz ve asimetrik bir noktaya çekilmesi modernist estetiğin en temel özelliği olarak kayıtlara geçer. Dildeki bu hareketin bir anlamı vardır; şiir günceli gündeliğin diliyle değil, ancak onu bozarak, amorf bir düzen kurarak yakalayabilmektedir. Güncelle baş edebilmenin temel koşulu haline gelir olumsuzlama. “Fayton” Ece Ayhan’ın kişisel albümünden derlediği bir şiir olarak bu olumsuzlamaya hizmet eder. Dünyadan tenzih edilmeyen ama nezih de olmayan bir şiirsel altyapıyla üstelik.





[1] Ferda Keskin, “Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti: Ece Ayhan'ın Şiirini Okumak İçin Kavramsal Bir Arkaplan Taslağı”, Cogito, Sayı 38, 2004.
[2] Orhan Koçak, “Sayıklar Bir Dilde Bilmediğim”, Ludingirra, Sayı: 1, 1997, s. 83.
[3] Enis Batur, “Tahta Troya”, Başkalaşımlar içinde, YKY, 1992, s. 59.
[4] Ece Ayhan, Dipyazılar, YKY, 1996, s. 67.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder