“İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” Üzerine
“Şiir,
şiir vasfını kazanabilmek için geride kalmış olan bir hayat parçasını deşmek,
teşrih etmek, bize bilincine varmadığımız bir yanını işaret etmek zorundadır.”[1] der
İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu’nda.
Şiirin deneyimle olan ilişkisinden söz ediliyor gibidir burada. Üstelik söz
konusu deneyimin bilince ulaş(a)mamış parçalardan derlenmesini de öne
sürüyordur şair. Çünkü ameliyat masasına yatırılacak olan, hayat üzerine
düşünüldüğünde ilk başvurulacak kaynaklar asıl bu parçalardır. Ömrün debdebesi
içinde örtük kalmış yaşantılar söz yoluyla açığa çıkacak; şiir bu yaşantıların
yüzü suyu hürmetine şiir kimliğine kavuşacaktır. Özel’in şiirsel mesaisinin
büyük bölümü arkeolojik bir uğraşın işaretleriyle yüklüdür. Marksizmden
Müslümanlığa, oradan Türklüğe varış süreçleri teşrih masasında edinilen
tecrübelerle yakından ilintilidir. İsmet Özel şiiri bu tecrübelerin yol
işaretlerini imgelem düzeyinde taşıyarak poetik güzergâhını çizer. Özel’in
kişisel albümü içerisinde kayda değer bir yere sahip olan şiirlerden biri de
“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” isimli
şiiridir. Şu dizeler ilk bölümden: “Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak /
tek yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım / kalmışsa tomurcuklar önünde
sendeleyen çocuklar / kalmışsa birkaç ısrar ölümle yarışacak / onların
yardımıyla dünyamıza acıdım.” Acımak fiili bu bölümün en belirgin kelimesi
olarak geçmişe dair bir hayıflanma duygusu içerir. İnsanların içini kurutan,
onlarda bir susayışa neden olan yağmur şairin yöneldiği ilk unsurdur. Zamanla
bu teşneliğin şairin gerçeğe ulaşmasının ilk veçhesi olduğu anlaşılacaktır.
Şair dünyaya niye acımaktadır? Bu acıma sırasında ona eşlik edenler kimlerdir?
Daha ilk dizede bir ağzın kıvrımından söz edilir; bu kıvrımın şaire cesaret
vermesi şaşırtıcıdır. Kıvrımdaki kapalılığı şair üçüncü dizede “tomurcuklar
önünde sendeleyen çocuklar”la daha somut bir ortaklığa taşır. Bu bölümde acıma
duygusuna işlerlik kazandıran en önemli unsur ısrardır; basit, sıradan, zayıf
bir ısrardan söz etmiyordur şair: Ölümle yarışacak bir ısrardır buradaki, bu
ısrar onun ölüm karşısında güçlenmesine, bir varlık olarak ortaya çıkmasına ve
son kertede meydan okurcasına dünyaya yönelmesine yol açacaktır. Şiir yola
rahvan olmuştur artık: “Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran. / Herkes alışkın
dölyatağı borsalarla ağulanmış bir dünyaya / Benimse dar / çünkü dargın
havsalamın /gücü yok bazı şeyleri taşımaya.” Şair bu kez dünyayı tanımlayarak
işe başlar. Çıplaklık, dölyatağı ve ağu dünyanın sıfatlarıdır ama asıl problem
bunları peşin peşin kabul eden insanlardır. Bununla birlikte, iki farklı dünya
tasavvurundan bahsedilmelidir bu noktada: İlki çıplak omuzlar üzerinde yükselen
ve emeğin egemen olduğu bir dünyadır; ikincisi ise kapitalizmin mabedi olan
borsalar yüzünden zehirlenmiş olan sömürünün dünyasıdır.[2]
Dünyanın görüntüsünden memnuniyet duyan ve bunu bir alışkanlığa dönüştüren
canlılar şairin karşı durduğu kimselerdir. Herkestir onlar, tek tek kişilerden
oluşmazlar. Buna mukabil, şair dargın havsalası nedeniyle herkeslerin
alıştırıldığı bir düzeni algılayamaz. Buradaki dargınlık pasif bir tutum olarak
görülmemelidir; zihin bilinçli bir biçimde sağdan soldan yaklaşan kimi
uyaranlara kendisini kapatmıştır. Yine de tehlikenin savuşturulması kolay
olmaz; şairin hakikate ulaşması için küfre bulaşması gerekmiştir: “Önce kalbim
lanete çarpa çarpa gümrah / sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu /
sakın Styks sularının heyulası sanmayın / er gövdesinde dolaşan bulutun simyası
bu / biraz üzgün ve biraz Ömer öfkesinde biraz / öyle hisab katındayım ki
katlim savcılardan sorulmaz / ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak / ne
ellerin hırsla saban tutuşu / ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır /
dev iştihasıyla bende kabaran olan aşkı / yetmez karşılamaya.” Bu bölümün en
belirgin eğilimi şairin dünyayı tanımaktan duyduğu derin üzüntü ve söz konusu üzüntünün
peşinden gelen büyüklenme hareketidir. “Lanet, kaygu, Styks, katl ve öfke”
şairin dünyayla kurduğu ilişkilenmede karşısına çıkan unsurlardır. İlişkilenme
hiç de nezih bir atmosferde gerçekleşmez; şairin kire bulaşması bu yüzdendir.
Burada mitolojik göndermeleri aşan maddi bir eleştiri de vardır; şiir
fabrikalarda biteviye üretilen kahrın kendi aşkı karşısında hiçlendiğini
söyler. Sadece sanayileşmiş düzene yöneltilmiş bir eleştiri yoktur bu kısımda;
ellerin hırsla saban tutuşu yoluyla insanın yapıp etmelerine olan yabancılaşmasından
da söz edilir: çünkü hırs rekabete dayalı bir düzenin yaygın davranışıdır.[3] Şair
artık hesap aşamasına geçmiştir; ancak bu hesap maddi dünyanın bilgisiyle
verilmez. Fabrikasyon bir bilginin şairin kabaran isteği karşısında tutunma
şansı kalmayacaktır. Modern kültürün yarattığı bilgi birikimi sadece sıkıntı
üretir duruma gelmiştir; çünkü kireç evlerden ve birbirine aşina almayan
yüzlerden oluşan bir toplumun ulaşacağı son nokta tükeniştir. İsmet Özel
tükenişi su çarpıcı dizelerle iyice görünür kılar: “İnsanlar / hangi dünyaya
kulak kesilmişse öbürüne sağır / o ferah ve delişmen birçok alınlarda /
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır / çelik teller ve baruttan çatılınca
iskeletim / şakaklarıma dayanınca güneş / can çekişen bir sansar edasıyla /
uğultudan fark edilmez olunca konuştuğum / kadınların sahiden doğurduğuna /
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum / nicedir kavrayamam haller içinde halim /
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm / bir somunu bölünce silkinen
gökyüzünü / su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum / duydum yağmurların
gövdemden ağdığını.” Tükeniş insanların birbirinden kopuşuyla yaşanmıştır;
betonun, kirecin ve çeliğin şehirleri sakinlerini maddiyata hapsetmiştir. Kimse
kimseyi duyamaz bu dünyada: Müthiş bir uğultu her tarafı ele geçirirken şair
kendisini tanıyamaz olur; sadece kendiliğe dair bir muamma değildir onunki,
toprağa, somuna ve kadınlara ilişkin bir belirsizlik de vardır. Bununla
birlikte, hakikat arayışı sonsuzdur; bütün soru işaretlerinin çözüme kavuşacağı
bir eşiği arzular şair. Su içilen tas bu çözüme dair bir işaret fişeği çakar: onun
merhaba deyişi bir duyarlığa neden olacaktır. Öyle ki şiirin son bölümü şairin
hakikat çabasının bir yakarışla zirveye ulaştığı bilgisini verecektir: “Sen ol
küçük bir kıvrımdan, bir heceden / aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan /
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları / bir harfin başlattığı yangın ile
söndür / beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım / öyle mahzun / ki hüzün
ciltlerinde adına rastlanmasın.” Başlangıçta söz edilen cesaretin kaynağı bu
parçada artık belirginlik kazanır. Şair doğrudan doğruya Allah’la
konuşmaktadır: Hecenin, aşkın, yangının, sesin sahibi olan Allah’tan anlatıcıya
asıl kimliğini bağışlaması istenir. Şair bunun için kefaret ödemeye bile
hazırdır; yeter ki maddiyata sıkışıp kalmış insanların künyelerinin yer aldığı
ciltlerde adı sanı okunmasın. Bu dünyanın yalnızlık üreten hayat tarzından
çıkmak ister gibidir şair. Dilendiği ses onu “herkes”lerden ayıracak ve
benliğindeki parçalılığı tekrar düzene sokacaktır. Modern kültürün yarattığı
yıkımı bir harfle yeniden onarma yoluna gidecektir. Alain Badiou “her hakikat
bir tehlikeye maruzdur; şiirsel söyleyişin öznesi, bu deneyim ya da bu
tehlikenin öznesidir” der.[4]
Badiou’nun formülasyonu risk altındaki hakikatin şiir yoluyla salih bir alana
çekilebileceğine işaret eder. Çağdaş dünyanın yarattığı yabancılaşmayı
dizelerindeki güçlü imgelerle aşmaya çalışan İsmet Özel’in yapmaya çalıştığı da
budur. Çöle dönmüş bir ömrü yeniden ayağa kaldırmak şiirsel ben’in giriştiği
hakikat uğraşısıyla mümkün olacaktır Özel’e göre. Başka bir dilin, başka bir
hayat tasarımının öncülüğü yapılmak isteniyor gibidir: Şüphenin sökülüp
atıldığı, acıma duygusunun yok oluşa sürüklendiği, hüznün silindiği,
mekanikleşmenin, yabanlaşmanın sonsuza dek gündem dışı kaldığı bir dünyanın
haberciliği yapılıyordur bu dizelerde. Şiir, şiir vasfını; insan insan vasfını
bu yolla kazanacaktır.
[1] İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu, TİYO Yayıncılık, Birinci Baskı, s. 45
[2] İsmet Özel’in ilk dönem
şiirlerindeki yoğun kapitalizm eleştirisi hem geçiş dönemi, hem de olgunluk
dönemi eserlerinde etkisini sürdürür. Özel kabul ettiği ideolojilere bağlı
olmadan, ahlaki bir tavırla modern kültürü suçlamaya devam eder.
[3] Karl Marx’ın ilk dönem
metinlerinde sıkça sözü edilen şeylerden biri de insanın kapitalist modernite
eliyle kendi doğasına yabancılaşması meselesidir. Marx bunu Entfremdung kavramıyla
açıklar. Bu kavram sonraki metinlerde meta fetişizmi (commodity fetishism)
biçiminde ortaya çıkacaktır. İsmet Özel’in ilk dönem şiirlerinde karşımıza
çıkan Marksist duyarlığın sonraki şiirlerinde bu kez farklı bir bağlamda
varlığını devam ettirdiği görülür.
[4] Alain Badiou, Başka Bir Estetik, Metis Yayınları, Birinci Basım, s. 64.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder