16 Ocak 2017 Pazartesi


Sergüzeşt-i Perviz Üzerine

Tanzimat dönemi Türk tiyatrosu Batılı örneklerden farklı olarak geleneksel hayatı koruma güdüsüyle hareket eden metinlerden geçilmez. Bu metinlerde temel amaç camiacı normları yeniden gündemleştirerek, eski hayatın akim kalmasına engel olmaktır. Tiyatro metinlerine Jale Parla’nın deyişiyle mutlak metnin eksikliğinde var olan açığın kapatılması gibi bir ödev yüklenecektir. Batıdan ithal bir tür olan tiyatro metinsel gerçekliğinden koparılarak siyasal/kültürel tartışmaların alanına çekilir. Bir çeşit pragmatizm ilişkisidir bu: Her türlü estetik üretim çabasının ulaştığı nihai boyut metinsel süreçlerden feragatle sonuçlanmaktadır.
Osmanlı-Türk yazarı yazdığı metinler kanalıyla “vatan, aile, kadın” gibi hem özel de hem de kamusal konulara ilişkin son derece muhafazakâr bir tutum takınır. Söz konusu tavrın en nihayetinde adı geçen değerleri daha korunaklı bir bölgeye geçireceği su götürmez bir gerçektir. Şinasi’den Namık Kemal’e Tanzimat’ın bütün kalburüstü yazarları Batı duygu ve düşüncesinin ani dolaşımına reaksiyoner tutumla cevap verirler. Hiç kuşkusuz, bu tutum onları yazarlık gibi metinsel bir konumdan çıkartıp daha yüksek bir payeye yükseltmekte gecikmemiştir. Bu payenin en güçlü anlamı yüklendikleri sosyo-kültürel misyonda karşımıza çıkacaktır. Dolayısıyla ilk dönem yazılan hemen bütün tiyatro metinleri bir biçimiyle ulusal alegoriler olarak okunabilir. Kamusal bagajlar üzerinde yükselen Tanzimat kahramanları metinde sadece kendileri olarak bulunmazlar, bütün bir ulusu temsil etme iddiasındaki değerler manzumesinin sözcülüğünü de yapmaktadırlar.
Buna ilişkin ilginç örneklerden bir tanesi de Ali Haydar Bey’in Sergüzeşt-i Perviz isimli manzum tiyatrosudur. Oyun Tanzimat döneminde oldukça yaygın olan mirasyedi erkek ve fettan kadın tiplerinin üzerine kurulmuştur. Geleneksel değerlerden uzağa düşmüş olan Perviz, metinde maddi hayatın temsilcisi olan Hoşhüma tarafından kıskaca alınır. Bununla birlikte, Perviz’in hocası olan Âkil bu ilişkiyi asla kabullenemez ve engellemek için elinden geleni yapar. Sergüzeşt-i Perviz cemaatçi ve sınıflı Osmanlı hayatının bir minyatürü gibidir: Adı geçen isimlere hizmetçi Çaresaz ve Hoşhüma’nın kölesi Hüsrev de eklenecektir. Ali Haydar Bey her ne kadar ilk trajediyi kendisinin yazdığını iddia etse de bu birçok bakımdan problemli görünmektedir. Aristotales’in trajedinin gerçekleşmesi için öne sürdüğü kimi aşamalar sözgelimi hamartia, anognorisis ve peripeteia bu metinde kuralına uygun şekilde uygulanmaz.  Tragedyada kahraman yıkıma uğrasa bile bu bir tür aydınlanma anının peşinden yaşanır. Bilgi, kendini tanıyış ve sınırları kabulleniş tıpkı Oidipus’un yazgısında olduğu üzere son tahlilde felaketi işaret eden süreçlerdir.
Tragedyanın amacı seyircide korku ve acıma duyguları uyandırmak ve bu yolla onları katharsise ulaştırmaktır. Sergüzeşt-i Perviz’e dönersek klasik tragedya formundan bir hayli uzak bir metinle karşılaştığımızı söylemek yanlış olmayacaktır. Bir kere, özellikle Akil kaynaklı cümleler nedeniyle oldukça ahlakçı bir damara sahiptir oyun; tragedyada altın kural olan sağaltma ve muhakemeye sevk etme burada göz ardı edilmiştir. Yazar Perviz ve Hoşhüma’nın yaşadıkları felaketi ahlaki alanı genişletmenin bir bahanesine dönüştürmekte tereddüt yaşamaz. Bütün bir Tanzimat neslini çekimine alan söylevcilik Akil’in ibretlik beyitleriyle bir kere daha kamuoyuna sunulur. Seyircinin ikilem yaşamasına, bu ikilemi aşıp bir çeşit özdeşlik kurmasına fırsat tanınmadan hemen bir kanıya varılacaktır. Perviz’in sergüzeşti trajik bir şekilde onu fakir düşürürken, Hoşhüma da Âkil Hoca’nın ahlaki söylevinin ardından utancından ölür gider. Söz konusu son, trajik sona aykırıdır; bir yandan tragedyanın ağırbaşlı niteliğine terstir; diğer yandan da oldukça dünyevi bir içeriğe sahiptir. Tragedyalarda kahramanları kaçınılmaz sona götüren eylemler genellikle bu dünyanın bilgisiyle, olanaklarıyla çözüme kavuşturulamayacak bir karakter gösterir. Hoşhüma’nın utançtan ölmesi bu yönüyle basit bir ölüm biçimidir. Sergüzeşt-i Perviz tragedya tanımına aykırı kimi özellikler taşırken, parçası olduğu Tanzimat edebiyatı geleneğinden önemli işaretler taşır. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tan, İntibah’a, Araba Sevdası’na birçok metinde bu tarz olaylara rastlamak şaşırtıcı değildir. 
Hem Perviz’in, hem de Hoşhüma’nın çizilişleri birbiriyle bağlantılı iki amaca hizmet eder: Bunlardan birincisi aşırı Batılılaşmış tipler kanalıyla toplum düzeyindeki maddi yozlaşmayı gözler önüne sermek; ikincisi bu tespit üzerinden kadim ve manevi değerlerin yeniden gün yüzüne çıkarılmasını sağlamak. Şerif Mardin’in sözünü ettiği “Bihruz Bey sendromu”nun bir anlamı da burada karşımıza çıkacaktır: Tanzimat yazarı Bihruz aleyhtarlığını sağaltımın, muhafaza etmenin, cemaati tek vücut kılmanın ve geleneğin ömrünü uzatmanın anahtarı olarak görüyordur. Ötekisi olmadan yoluna devam edemiyordur kadim düşünce. Ancak ona çarparak, onunla kendisini kıyaslayarak, onu şeytanlaştırarak ilerleyebiliyordur Tanzimat aydını. Metinlerin edebi üretimin odağı olmaktan çıkarılarak ideolojik üslere çevrildiği bir dönemde tragedya metni bu savaşın kurgulandığı yerlerden sadece birine dönüşür. Ali Haydar oyunun sonunda bütün kötülüğün kaynağı olarak anlattığı Hoşhüma’yı öldürerek ahlaki açıdan kısmi bir rahatlığa kavuşacaktır. Seyirciye söyleyecek söz bırakılmamıştır. Oyundaki en âkil adamın aşağıdaki dizelerini kültürel düzlemin yanında aşırı yorum pahasına Türkçe edebiyatın türsel serüveni için de okuyabiliriz sanırım: Gözün dikme asla elin aşına / Ne verdiyse Mevla kanaat edip / Onun şükrü için ibadet edip / Edepli kişilerle düş kalk hemen / Edepsizlere uyma bakma aman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder