Sergüzeşt-i Perviz Üzerine
Tanzimat
dönemi Türk tiyatrosu Batılı örneklerden farklı olarak geleneksel hayatı koruma
güdüsüyle hareket eden metinlerden geçilmez. Bu metinlerde temel amaç camiacı
normları yeniden gündemleştirerek, eski hayatın akim kalmasına engel olmaktır.
Tiyatro metinlerine Jale Parla’nın deyişiyle mutlak metnin eksikliğinde var
olan açığın kapatılması gibi bir ödev yüklenecektir. Batıdan ithal bir tür olan
tiyatro metinsel gerçekliğinden koparılarak siyasal/kültürel tartışmaların
alanına çekilir. Bir çeşit pragmatizm ilişkisidir bu: Her türlü estetik üretim
çabasının ulaştığı nihai boyut metinsel süreçlerden feragatle sonuçlanmaktadır.
Osmanlı-Türk
yazarı yazdığı metinler kanalıyla “vatan, aile, kadın” gibi hem özel de hem de
kamusal konulara ilişkin son derece muhafazakâr bir tutum takınır. Söz konusu
tavrın en nihayetinde adı geçen değerleri daha korunaklı bir bölgeye geçireceği
su götürmez bir gerçektir. Şinasi’den Namık Kemal’e Tanzimat’ın bütün
kalburüstü yazarları Batı duygu ve düşüncesinin ani dolaşımına reaksiyoner
tutumla cevap verirler. Hiç kuşkusuz, bu tutum onları yazarlık gibi metinsel
bir konumdan çıkartıp daha yüksek bir payeye yükseltmekte gecikmemiştir. Bu
payenin en güçlü anlamı yüklendikleri sosyo-kültürel misyonda karşımıza
çıkacaktır. Dolayısıyla ilk dönem yazılan hemen bütün tiyatro metinleri bir
biçimiyle ulusal alegoriler olarak okunabilir. Kamusal bagajlar üzerinde
yükselen Tanzimat kahramanları metinde sadece kendileri olarak bulunmazlar,
bütün bir ulusu temsil etme iddiasındaki değerler manzumesinin sözcülüğünü de
yapmaktadırlar.
Buna
ilişkin ilginç örneklerden bir tanesi de Ali Haydar Bey’in Sergüzeşt-i Perviz
isimli manzum tiyatrosudur. Oyun Tanzimat döneminde oldukça yaygın olan
mirasyedi erkek ve fettan kadın tiplerinin üzerine kurulmuştur. Geleneksel
değerlerden uzağa düşmüş olan Perviz, metinde maddi hayatın temsilcisi olan
Hoşhüma tarafından kıskaca alınır. Bununla birlikte, Perviz’in hocası olan Âkil
bu ilişkiyi asla kabullenemez ve engellemek için elinden geleni yapar.
Sergüzeşt-i Perviz cemaatçi ve sınıflı Osmanlı hayatının bir minyatürü gibidir:
Adı geçen isimlere hizmetçi Çaresaz ve Hoşhüma’nın kölesi Hüsrev de
eklenecektir. Ali Haydar Bey her ne kadar ilk trajediyi kendisinin yazdığını
iddia etse de bu birçok bakımdan problemli görünmektedir. Aristotales’in
trajedinin gerçekleşmesi için öne sürdüğü kimi aşamalar sözgelimi hamartia,
anognorisis ve peripeteia bu metinde kuralına uygun şekilde uygulanmaz. Tragedyada kahraman yıkıma uğrasa bile bu bir
tür aydınlanma anının peşinden yaşanır. Bilgi, kendini tanıyış ve sınırları
kabulleniş tıpkı Oidipus’un yazgısında olduğu üzere son tahlilde felaketi
işaret eden süreçlerdir.
Tragedyanın
amacı seyircide korku ve acıma duyguları uyandırmak ve bu yolla onları
katharsise ulaştırmaktır. Sergüzeşt-i Perviz’e dönersek klasik tragedya
formundan bir hayli uzak bir metinle karşılaştığımızı söylemek yanlış
olmayacaktır. Bir kere, özellikle Akil kaynaklı cümleler nedeniyle oldukça
ahlakçı bir damara sahiptir oyun; tragedyada altın kural olan sağaltma ve
muhakemeye sevk etme burada göz ardı edilmiştir. Yazar Perviz ve Hoşhüma’nın
yaşadıkları felaketi ahlaki alanı genişletmenin bir bahanesine dönüştürmekte
tereddüt yaşamaz. Bütün bir Tanzimat neslini çekimine alan söylevcilik Akil’in
ibretlik beyitleriyle bir kere daha kamuoyuna sunulur. Seyircinin ikilem
yaşamasına, bu ikilemi aşıp bir çeşit özdeşlik kurmasına fırsat tanınmadan
hemen bir kanıya varılacaktır. Perviz’in sergüzeşti trajik bir şekilde onu fakir
düşürürken, Hoşhüma da Âkil Hoca’nın ahlaki söylevinin ardından utancından ölür
gider. Söz konusu son, trajik sona aykırıdır; bir yandan tragedyanın ağırbaşlı
niteliğine terstir; diğer yandan da oldukça dünyevi bir içeriğe sahiptir.
Tragedyalarda kahramanları kaçınılmaz sona götüren eylemler genellikle bu
dünyanın bilgisiyle, olanaklarıyla çözüme kavuşturulamayacak bir karakter
gösterir. Hoşhüma’nın utançtan ölmesi bu yönüyle basit bir ölüm biçimidir.
Sergüzeşt-i Perviz tragedya tanımına aykırı kimi özellikler taşırken, parçası
olduğu Tanzimat edebiyatı geleneğinden önemli işaretler taşır. Taaşşuk-ı Talat
ve Fitnat’tan, İntibah’a, Araba Sevdası’na birçok metinde bu tarz olaylara
rastlamak şaşırtıcı değildir.
Hem
Perviz’in, hem de Hoşhüma’nın çizilişleri birbiriyle bağlantılı iki amaca
hizmet eder: Bunlardan birincisi aşırı Batılılaşmış tipler kanalıyla toplum
düzeyindeki maddi yozlaşmayı gözler önüne sermek; ikincisi bu tespit üzerinden
kadim ve manevi değerlerin yeniden gün yüzüne çıkarılmasını sağlamak. Şerif
Mardin’in sözünü ettiği “Bihruz Bey sendromu”nun bir anlamı da burada karşımıza
çıkacaktır: Tanzimat yazarı Bihruz aleyhtarlığını sağaltımın, muhafaza etmenin,
cemaati tek vücut kılmanın ve geleneğin ömrünü uzatmanın anahtarı olarak
görüyordur. Ötekisi olmadan yoluna devam edemiyordur kadim düşünce. Ancak ona
çarparak, onunla kendisini kıyaslayarak, onu şeytanlaştırarak
ilerleyebiliyordur Tanzimat aydını. Metinlerin edebi üretimin odağı olmaktan
çıkarılarak ideolojik üslere çevrildiği bir dönemde tragedya metni bu savaşın
kurgulandığı yerlerden sadece birine dönüşür. Ali Haydar oyunun sonunda bütün
kötülüğün kaynağı olarak anlattığı Hoşhüma’yı öldürerek ahlaki açıdan kısmi bir
rahatlığa kavuşacaktır. Seyirciye söyleyecek söz bırakılmamıştır. Oyundaki en
âkil adamın aşağıdaki dizelerini kültürel düzlemin yanında aşırı yorum pahasına
Türkçe edebiyatın türsel serüveni için de okuyabiliriz sanırım: Gözün dikme
asla elin aşına / Ne verdiyse Mevla kanaat edip / Onun şükrü için ibadet edip /
Edepli kişilerle düş kalk hemen / Edepsizlere uyma bakma aman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder